Sevgi Üzerine
- Bilge Asena Süeren
- 7 Nis 2019
- 2 dakikada okunur

Sevgi, insanın akılsal ve ruhsal gelişim çabasına karşılıklı yön veren ve böylesine içtenlikli bir
tutkuyu yükselterek yüceltme özlemini kesintisiz sürdüren bir duygunun ürünüdür.
İnsana özgü sevgide,evrene dünyamıza ve günlük yaşamımıza egemen olan iki ayrı kola
ayrılmaktadır.Bunlardan biri Beden-Ruh bileşiminin ürünü olan Erotik ilkedir. Öteki de Ruh-Akıl bileşiminin ürünü olan Platonik Sevgi ilkesidir. Burada ciddiyetle üstünde durduğum konu, Platonik Sevgi ilkesinin yalnız dostu değil,yerine göre düşmanı da sevebilmek gibi üstün ve yüce bir erdeme giden yolu açabilme gücüdür.
Etnik yani ahlaksal sevginin tanımına gelince: İnsan oğlunun erdeme yaklaşabilme yolunda fethedeceği aşamalar sevginin olduğu kadar, sevilenin de kişilik değerinde yücelme yolunda harcanan çabadır. İnsanın kendisini böylesine bir sevginin oluşumuna adayabilmesi, insana ve insanlığa yararlı olan her şeyi kendinden başkalarına da cömertçe değerlendirebilmesine olanak sağlamaktadır.;insanı ve insanlığı böylesine sevebilen bir kişi varlığından kopan yeni ve taze bir boyutu, kişi ve toplum yararına sunabilmede de başarılı ola kişidir; ve yaşamın gerçek mutluluğu olarak tanımlanabilecek erişmişlik te işte budur!
İnsanoğlunun temel güvencesi, akıl ile ruhun gerçek sevgiye yaklaşabilme yolundaki sürekli çabasını kesintisiz sürdürebilmesidir. İnsanoğlunun bu çabasında da yine her şeyden önce akıl önderlik etmektedir. Gerçek sevgini maddesel yarardan arınmış karşılık beklemeyen bir ilgi ve duygu olduğunun dikkatle incelenmesi kıvanç verici sonuçları da beraberinde getirecektir. Acaba karşılık beklemeyen sevgi, ya nesnel yarar gözetmeyen ilgi üzerine ısrarla durulmasını gerektiren nedenler, ne tür bir ahlaki dengeden güç almaktadır? Başka tür sevgiler var da onun için mi "karşılık beklemeyen sevgi" diye nitelenen kavram üzerinde yorum yapmak zorunluluğu ortaya çıkıyor? İşte özellikle bu soruyu "evet" diye yanıtlamak yerinde olur. Bu durumu Freud, insanı daha çok cinselden psikolojik zorunluluklara bağlı bir yaratık olarak tanımlıyor.
Uzak Doğu'da Budizm'in kurucusu olan Budda'nın tasavvuf anlayışına göre, tüm evreni saran bu sevgi yalnızca insan oğlunun sevebilme gücünden beslenmektedir. Böylesine bir sevgiyi, kendilerini ancak ,nesneye, kine ve nefrete tutsak düşmekten kurtarabilmiş olanlar elde edebilirler.

Sevginin 18.yy'dan bu yana bazı felsefelere yansıyış şekline gelince: Akılcı filazof Imanuel Kant ,gerçek sevgiyi, eylemsel bir iyilik anlayışının özü olarak nitelendirmiştir. Karamsar bir filazof olan Arthur Schopenhauer ise gerçek sevgiyi, insanlığın ortak acısı olarak nitelendirmiştir.(benim görüşüm) ve böylesine bir sevgiyi geliştirmek yolunda harcanacak çabayı eski Grekçeden alınmış Agape sözcüğü ile yorumlamıştır. Agape sözcüğü, sevgi sofrasında oturup dertleşebilmenin mutluluğuna erenlerin sevgi ziyafeti anlamına gelmektedir.
Şimdi de gelelim vatan ve millet sevgisinin en eşsizine: Mustafa Kemal Atatürk'ün 19 Mayıs 1918 de yazdığı bir kısmı okunamayacak durumda zarar görmüş yazısından;
"Her şeye karşın kesin olan nura doğru yürümekteyiz. Bende bu inancı yaratan kuvvet,yalnız kutsal ülkem ve ulusum hakkındaki sevgim değil, bu günün karanlıkları, ahlaksızlıkları içinde, sırf vatan ve gerçek aşkıyla ışık serpmeye çalışan bir gençlik gördüğümden..." ve herkesinkinden farklı tam bir ,iyimserlikle yansıyan bu sözlerinden, evrensel kişiliğine egemen olan vatan ve ulus sevgisinin büyüklüğünü anlamamak olası mı?

Saf sevginin esri olan bütün bu gerçekler karşısında, batı felsefeye, bazı sorular yöneltmem gerekirse: Kutsal değerleri koruma ve kurtarma yolunda , kendi yaşamlarını istekle feda etmekten çekinmeyen kahramanların, fen kurbanlarının, böylesi davranışlarında da mı nesneye dönük çıkarlar arayacağız? Çocuğunu kurtarmak için kendisini suya,ateşe atan ananın bu eşsiz davranışında da mı karşılık bekleyen sevgiyi arayacağız? Bütün bunlar karşılık ve yarar beklemeyen öz sevginin örnekleridir. Ve
Freud çapında bir bilim adamının, yaşamı boyunca sürüp giden yalnızlığı, bilimsel bulgularını çekinmeden savunurken, karşılaştığı ilgisizliğe,hatta hakarete , sabırla dayanıklılıkla katlanması, onun bilime karşı ruhunda titizlikle saklamış olduğu "Yarar beklemeyen karşılıksız sevgi" değil de nedir?
Comments