top of page

Kendimce İncelemeler: Arzu Tramvayı

Öncelikle tiyatro eserlerine önyargılı yaklaştığım için kendimden ve tüm tiyatro yazarlarından özür diliyorum. Tiyatro okumak izlemesi kadar keyifliymiş! Daha da keyiflisi ise okuduğunuz eseri daha sonra izleme şansınızın olması. Aynı isimle çekilen bir filmi ve şu an gösterimde olan bir tiyatro oyunu var. Filmini daha izlemedim ama tiyatro oyununu izleyebildim.

Arzu Tramvayı / The Streetcar Named Desire

Ders dışı okuduğum ikinci tiyatro eseri olacak sanırım. (birincisi ''the importance of being earnest'' idi. Eserin kendisini bir günde bitirmiştim. Yetmemiş üstüne filmini izlemiştim. Çünkü hem kitap harikaydı hem de Colin Firth oyuncuğu der susarım ) Arzu Tramvayı'nı da bir okuma listesinde görmüştüm ve merak etmiştim. Şansıma kütüphanede mevcuttu. Tabi ben de durmadım ve bir gecede bitirdim kitabı.

Burada ufak bir parantez açmak istiyorum çünkü bana göre önemli bir nokta. Kitabın şu anki popülerliğine ulaşmadan önce okumak beni çok mutlu ediyor. Şu an ''bana göre'' popülerleşmesinden dolayı belki o kadar şiddetli değil ama ikinci bir ''Kürk Mantolu Madonna'' vakası yaşanıyor gibi. Keşke bazı kitapları popülerleşmeden,sadece içeriği için okusak!



Kitap Hakkında...

Kitap hakkında konuşmak gerekirse karakterler kitabın başından herkes kendi renklerini belli ediyor. Yani bir bakıma karakterden ziyade tip diyebiliriz. Stanley'in aç gözlü olması , Blanche'in güvenilmezliği, Stella'nın ve Mitch'in saflığı... Kitabın genel konusu mantıktan ziyade insanın bencilce arzuları. Kitabın giriş sahnesinde Blanche'in söylediği gibi ''Bir arzu tramvayı getirdi beni buraya'', insanların arzu tramvayına bindiğinde başına gelen olayların küçük bir özeti diyebiliriz belki de. Kitap boyunca beni şaşırtan iki temel olay vardı.



( **spoiler içerebilir**) 

 Birincisi, Blanche'in şizofren çıkması. Kitap boyunca sürekli lükse, süse ve zenginliğe meraklı olması göz önünde. Kürkler ,mücevherler, petrol sahibi insanlarla flörtleşmesi.. Kitabın sonuna doğru bunların hepsinin yalan olduğunu ve Stanley'in tabirine göre Flamingo'da ''basit'' işler yapmış ''basit'' bir kadın olduğu ortaya çıkıyor. Bu bana neden tuhaf gelme nedeni şuydu, kitabı okurken sorgulamadan okudum. Yani Stella gibi saf birazcık. Blanche ne derse sanki doğruymuş gibi kabul ettim, ne var ki ilerleyen sayfalarda söyledikleri ve geçmişte söyledikleri, hareketlerinin bağdaşmadığını anladıkça biraz da olsa Stanley'in haklı olup olmadığını merak ediyor oluyorsunuz.




İkinci nokta, Stanley'in karakter yoksunu aç biri olması (çok fena bilenmişim). Gerçekten kitap karakteri olmasına rağmen sinir etti.(Bence kitapların en güzel yanlarından biri de bu, gerçek olmasalar bile sanki öyle biri varmış gibi bizde etki bırakabiliyor olmaları). Blanche eve geldiğin beri maddiyatına bakması mı dersiniz, onunla ''kırıştırmasını'' mı , hamile karısı Stella'yı dövmesini mi yoksa kitabın sonunda sırf ''ders'' olsun diye Blanche'e tecavüz etmesini mi ? Daha iğrenci Stella'nın '' o benim kocamdır,beyimdir sever de döver de. Aşkın gözü kör '' tribinde takılması. [Bütün bu olanlardan sonra optimist tarafım kitabın sonunda onun cezasını çekeceğini düşünüyordu. Ne var ki tam tersi gerçekleşti. ]



Bir de Mitch var,bu karakteri-veya tipi mi demeliyim?- atlamak istemiyorum. Ziyadesiyle içimizden biri. Blanche ile tanıştığından beri ona karşı içten içe bir merak ve ilgi besleyen bu beyefendi, Stanley'in ''Blanche hafif kadın, bak orada burada sürtmüş'' demesi üstüne açıklama yapmadan gidiyor. Hem de Blanche'ın doğum gününde. Tabi sonra geliyor ben bazı şeyler duydum diyerek ama gelme amacı farklı. Mide bulandırıcı bir nokta daha..



Blanche her ne kadar istenmeyen, günahkar bir karakter olsa da başından geçenleri Stella'ya ve üst komşusuna anlattığında hiçkimsenin ona inanmaması gerçekten üzücü bir sahneydi. Akıl hastanesinden gelen bir doktor ve hemşirenin onu götürürken söylediği söz ise (Ben her zaman yabancıların kibarlığına inanmışımdır) karakterinin bir özeti gibi.

Kitabı okurken sık sık rahatsızlık hissetsem de saran bir tarafı var. Kitabı okurken konu olarak alakasız olsa da ''The Handmaid's Tale'' hissi vardı. Okurken irrite oluyorsunuz, okumak istemiyorsunuz çünkü olaylar ters ve yanlış geliyor ama yine de okumak için sizi iten bir güç oluyor, elinizden bırakamıyorsunuz.

Peki ya tiyatro?


1951 yapımı başarılı bir film uyarlamasından sonra, böyle bir eseri sahneye taşımak gerçekten iddalı ve zor bir iş. Oyuna gitmeden önce korkularım ve önyargılarım vardı, acaba beğenecek miyim veya Haluk Bilginer çevirisi eser nasıl olacak, okuduğum çeviriden farklı mı olacak gibi bir sürü soru vardı. İzledikçe bu sorularının hepsinin anlamsız olduğu hissine kapıldım. (Teaserını şuraya bırakıyorum)


Oyunculuklardan,kostüme, sahne dekoruna, ışıklara, arka plandaki önemsiz görünen detaylara kadar her şey ince eleyip sık dokunulmuş bir işe ait olduklarının kanıtıydı.

Sahne dekoru ve konumlandırılması çok güzeldi (bilgisi olmayan birine bile hoş geliyor, o kadar). Sahne hakkında hoşuma giden öteki detaysa gündüz ya da gece olduğunu arkada neon ışıklarla yazan ''Night Club'' levhasıyla belirtiliyor olması. Hoşuma gitti çünkü kitapta sürekli gece kulübe gidilip soda,limonata veya bira içildiğinden bahsediliyor. Yani sahneye yansıtılmasa bile öyle bir yerin varlığını sahneye koymak gerçekten güzel bir detay.


Onur Saylak'ı Stanley, Şebnem Bozoklu'yu Stella, İbrahim Selim'i Mitch ve Zerrin Tekindor'u Blache olarak izlemek gerçekten inanılmaz bir duyguydu. Sanki herkes kendi rolü için biçilmiş bir kaftandı . Stanley'in o kurnazlığı, Stella'nın saflığı... Herkes bir yana Zerrin Tekindor Blanche karakterini oynamadı, sahnede yaşadı. Yeri geldiğinde bir küçük çocuk gibi davranması yeri gelinceyse kendini yere atıp hıçkırarak ağlaması. İzlerken istemdışı kendime ''Acaba ben oyuncu olsaydım böyle bir karakteri canlandırabilir miydim? Bu duyguları karşımdakilere verebilir miydim?'' diye sık sık sordum. Evet, herkes kötü çocuk, saf kız veya zengin baba rolünü oynayabilir ama psikolojik rahatsızlığı olan birini oynamak ve bunu seyirciye yaşatmak sadece gerçekten sanatçıların yapabileceği bir iştir.



Kitap ve uyarlaması olan tiyatro eseri hakkında düşüncelerim bunlardı. Okuyan var mı kitabı ? Belki daha farklı bir mesaj veriyordur. Bunlar sadece edebiyattan uzak bir insanın ''kendince incelemeleri''. Siz neler düşünüyorsunuz kitap hakkında?



Comments


bottom of page