top of page

Adalet ve Güç Üzerine

Adalet  Adalet nedir? Nerden ortaya çıkmış ve insanlar buna neden ihtiyaç duymuştur? Genel geçer bir adalet anlayışı mümkün müdür? Bundan yüzyıl önce tanımlanan adalet anlayışıyla bu günkü anlayış arasında bir fark var mıdır? Bir zamanlar adaletli olduğu düşünülen durumlar bu gün adaletsiz olarak tanımlanabilir mi? Ya da şöyle düşünelim toplumların ya da insanların içinde bulunduğu koşullar, kültürel, sosyolojik yapıları adaletin tanımlanmasında etkili olabilir mi? “Sokrat bir şölen münasebetiyle dostlarını topladı ve şu soruyu ortaya attı: ‘Adalet Nedir?’ Orada bulunanlardan dört tarif geldi. Birincisi: ‘Adalet başkasına verilmesi gereken şeyi vermektir.’ Sokrat bu cevabı yanlış buldu ve açıkladı: Mesela, aklını kaybetmiş birisinin elinden aldığınız silahı tekrar kendisine iade etmeniz adalet değildir. İkinci olarak: ‘Adalet dostlara fayda düşmanlara zarar vermektir.’ Sokrat, bunun da adalet olmadığını açıkladı: ‘İnsan bazen yanılıp kötülere dost, iyilere düşman olabilir. Bu halde adalet kötülere yardım iyilere zarar verme şekline dönüşmüş olur. Üçüncü olarak: ‘Adalet; içinde en kuvvetlinin, yani hükümdarın menfaatinin bulunduğu şeydir’ denildi. Sokrat bunun da adalet olmadığını ifade ederek ‘Hükümdarlar yanılabilir, kanunları kendi halkının ve kendinin aleyhine çıkarabilir.’ Dördüncü ve son tarifi kendisi yaparak: ‘Adalet; karşılıklı çatışma korkusunun ortaya koyduğu kanunlardır.’der. Bir başka ifade ile ‘Zarar vermekten ve zarara zararla karşılık vermekten kaçınma adalettir.” (Eliaçık, 2003: 480) Adaletle ilgili olarak; hakka saygı, başkasına zarar vermemek, kusurlu kimsenin zararı ödemesi, başkasına ait olanın verilmesi, her insana hak ettiği cezanın verilmesi, ahde vefa, eşitçe paylaştırma, onurlu yaşamak gibi tanımlar da getirilmiştir. Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere adalet bir denklem kurma çabasıdır. Genel olarak tüm varlığın özel olarak da devletin, toplumun, dünyanın denklemini kurmaktır. Doğada şöyle bir kural vardır. Hiçbirşey kendiliğinden ortaya çıkmaz. Her şey bir ihtiyaç sonucu ortaya çıkar. Neden-sonuç ilişkisi içinde her bir olay bir sonraki olaya zemin hazırlar. Kendisinden sonra gelen olayın nedeni olur. Tez-antitez-sentez tüm olayların temelinde vardır. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu kavram bir ideali simgelediği için bütün toplumsal olaylarda baş aktör haline gelmiş ve çeşitli akımlara yön vermiştir. Öyle ki devlet gibi bir olgunun ortaya çıkmasında “İnsan insanın kurdudur” sözünde olduğu gibi insanların kendi aralarında sağlayamadıkları bu değerin kendilerinden daha güçlü olan bir üst yapıya devretme ihtiyaçlarıyladoğmuştur. Adalet kavramı aslında tam anlamıyla adaletsizlikle varolmuştur. Çünkü adalet su hava gibi ancak yokluğu sırasında hayatiliği anlaşılan bir değerdir. Şöyle bir dönüp insanlık tarihine baktığımızda Manga Cartagibi ilk önemli insan haklarından tutun da Amerikan’ın Bağımsızlığı, Fransızİhtilalı tüm toplumsal olaylar toplumların adalet, özgürlük arayışından ileri gelmiştir. Gerek devletlerarasındaki gerekse toplumların kendi içlerindeki savaşların birçoğu insanlığın ideali olan adalet kavramına ulaşılamamasından kaynaklanmıştır.Kısacası adalet insanlar tarafından içselleştirildiği zaman toplumları bir arada tutan güçlü bir bağdır. İnsanlık tarihindende görüldüğü üzere adaletin olmadığı toplumlar çürümeye adalete dayanmayan iktidarlarda yok olmaya mahkûmdur. Adalet sadece kanunlarla ya da kanunların salt uygulanmasıyla sağlanabilecek bir değer değildir. Adalet kendisinden kaynaklanan ve ona dayanan tüm hareketlere meşruluk kazandıran bir varoluş sorunudur. Mutlak adalet var mıdır?Mutlak adalet derken her yerde adil olanın aynı olması gerektiği gibi anlaşılsa da durum öyle değildir. Adalet anlayışının değişkenlik göstermesi gayet olağandır. Değişiklik zaten modern düşüncenin içinde vardır. Belli bir alandaki ilişkiler o konumu o kavramı besleyen şartlar değiştiği zaman bakış açıları da değişir. Değişmeyen tek şey ise insanların idealize ettikleri adalet anlayışına ulaşamadıkları için güçlü olma istek ve ihtiyaçlarıdır. İnsanlık tarihinde sapandan atom bombasına kadar gelişen süreçte aynı olan tek şey insanların veya toplumların adaleti içselleştirememesinden kaynaklı korunma içgüdüsüdür. İnsanlar idealize ettiği adalet kavramından uzaklaşınca önce kendileri adil olmayı bırakmış ve çözümü yine kendileri bulmuştur.”Silahlanma”.Burada başka bir kavram karşımıza çıkar. Güç Kültürü Güçlü olma ve güçlü hissetme ihtiyacı,gerektiği zaman devletin ya da doğanın sağlayamadığı adalet anlayışını kendileri tesis etme arzusu. İnsanlar “Adaletin” boşluğunu bu şekilde doldurma yoluna gitmişlerdir. Bir süre sonra bu durum nesilden nesile aktarılarak olağan bir boyut kazanmış, toplumsal bir kültür halinde gelmiştir. Oysa adaletin gerçekleştiği ya da gerçekleşeceğine dair inancın korunduğu toplumlarda silahlanmaya ihtiyaç yoktur. Çünkü“adaletin hâkim olduğu yerde silahların yeri yoktur”.Neden Dünya’da ve ülkemize bu denli bir silahlanma olagelmektedir yüzyıllardır. Çünkü insanlık tarihinin kanlı olayları göstermiştir ki adalet hep ulaşılmak istenen fakat bir türlü elde edilemeyen bir değerdir. İnsanlığınözlemidir. Bu yönüyle hem toplumsal hem de toplumlararası olmak üzere,Güç kültürü adalet idealinden her zaman daha ağır basmıştır.

Comments


bottom of page