top of page

Bir Film Bir Eser


Eminim ki yazılıp anlatılabilecek çok şey var hakkında Samuel Beckett'ın ve biliyorum ki ne kadar çabalasam da tam olarak yapamam anlatmaya yaşamış bulunduğum hayat yetmez. Ben biraz biraz örnekler vermek istiyorum isteyenlerin zaten açıp baktığında katabileceği, bulabileceği bir tanıtım benim gözümden. İrlanda'nın başkenti Dublin'de Dünyaya gelen yazar ve aynı zamanda kendi eserlerinin de çevirmeni, 1927’de Dublin’deki Trinity College’den Roman Dilleri bölümünden mezun olur. Akademisyen olarak başladığı hayatında Londra'ya yerleşir burada James Joyce ile tanışır ve ilk hikayelerini burada kaleme almaya başlar. İkinci Dünya Savaşı’nda Fransız direnişi grubuna katılır. 1942de Beckett, Gestapo’dan kaçmak için Fransa’nın güneyine gider ve orada kaldığı iki yıllık döneminde gündüzleri tarım işçiliği yapar. Hava karardığındaysa gizlice önemli eserlerinden olan Watt’ı yazmaya koyulur. 1946-1950 yılları arasında Molloy, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan adlı üçlemesini tamamlar. En bilinen ve çok defa sahnelenen Godot’yu Beklerken eseriyse sesinin çokça duyulduğu bir başyapıttır. 1969 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Beckett olur.


Nobel Felaketi

Godot’yu Beklerken ilk defa 1953’te Theatre de Babylone’da sahnelenir ve yazarın büyük sükse yapmasını sağlar. James Joyce çevirisiyle de bilinen Beckett’ın eserleri James Joyce, Descartes ve Dante’ye ithaflarla çevrilidir. Aslına bakılacak olursa ''Godot'u Beklerken'' in benim için daha derin bir anlamı vardır. Beklenilen ile yaşayanın aslında ta kendisi olduğunu göstermenin, insanın iç benliğinin bir nebze de olsa aydınlatılması bu yolla mümkün olabilmiştir. Beckett, yazarlığının erken dönemlerinde olmasına rağmen yazının öznel deneyimlerin bir bütünü olduğu fark eder. Eserlerini kara mizahla ele alan Beckett, umutsuz bir dünyadaki yaşama uğraşını kendisine ve anlatısına aktarır. Onda yapay bir umut ya da güleryüz yoktur. İnsanın anlam arayışında(Godot'u Beklerken'de olduğu gibi) her çabanın saçma olduğunu düşünür ve bu durum yazara göre insanı özgürleştirir. Onun edebi karakteri; söze dökülemeyenleri söze dökmekle uğraşan yalnız ruhlularla doludur. 60'lardan sonra daha başarılı ve daha tanınır olması onun saygınlığını arttırır ve tiyatro eserleri yanında sinema ve televizyon dünyasına da eserler üretmeye başlar. Sessiz ve gizli bir hayat sürer yine aynı cafede aynı sandalyesinde. Son eser ve dönemlerde Beckett daha kapalı ve süsten uzak bir anlatıya daha çok yer vermiştir. Samuel Beckett, sessiz ve “içine doğru” tabiatını son eserlerinde daha sık gösterir. Bu son dönem yapıtlarında sözcük ve diyalog bakımından bir kısalık görülür. Come and Go (Geliş ve Gidiş) adlı kısa oyunundaki üç karakter topu topu 121 kelime ile konuşur. Lessness (1969) adını taşıyan son dönem eseri de her biri ikinci kez tekrarlanan 60 kelimelik bir nesirdir.

'Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.'


Daha İyi Yenil

Onu ve bu uzak hayatını anlatan ufacık bir filmle bitirmek istiyorum. 'Meetings with a Young Poet'... Bulunması oldukça güç bir filmdir lakin izlemek ister de bulursanız mutlaka izleyin derim. Yine söylenecek çok az şey olsa da anlaşılacak çok yön bulabilirsiniz. Kendisinin de anlattığı gibi durup da bir kez olsun hissetmek, uzun uzun anlam aramaktan daha akıllıca olabilir. Muhabbetle...

Son Yazılar

Hepsini Gör
Adalet ve Güç Üzerine

Adalet  Adalet nedir? Nerden ortaya çıkmış ve insanlar buna neden ihtiyaç duymuştur? Genel geçer bir adalet anlayışı mümkün müdür? Bundan...

 
 
 

Commentaires


bottom of page